ÇILGINTÜRKLER
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
ÇILGINTÜRKLER

Dostluk ve Kardeşliğin Adresi
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

Osmanlı Devleti'nde İnsana ve Hukuka Saygı

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
*
ByKadir
Admin
Admin

ByKadir

*
Üyelik tarihi: 15/01/09
Mesajlar: 169
Nerden:
Rep Puanı: 1169

*

Osmanlı Devleti'nde İnsana ve Hukuka Saygı Vide
MesajKonu: Osmanlı Devleti'nde İnsana ve Hukuka Saygı Osmanlı Devleti'nde İnsana ve Hukuka Saygı Icon_minitimePerş. Şub. 05, 2009 6:09 pm

* *
Osmanlı Devleti'nde İnsana ve Hukuka Saygı


I- KONUNUN TAKDİMİ

İnsana saygı, insanın hak ve hürriyetlerine saygıyla ve hiç bir fark gözetmeksizin hukukun kâidelerini bütün insanlara eşit olarak tatbik etmekle mümkündür. Bu sebeple bu konuyu, Osmanlı Devleti ve muâsırı olan diğer devletlerde insanın hak ve hürriyetlerine karşı nasıl davranıldığı ve hukuka gösterilen saygı açısından incelemeye gayret edeceğiz. Aslında insana ve onun hak ve hürriyetlerine saygı, hukuka saygının bir ifadesi olsa da, bir bütün olarak hukuka saygıyı da kısaca tetkik edeceğiz.

Önemle arzedelim ki, günümüzde bilinenin ve bize okullarda öğretilenin tersine, insana ve onun hak ve hürriyetlerine olan saygının tarihî gelişimi açısından, Batı ile Doğu ve daha doğrusu Osmanlı Devleti ile diğer çağdaşı olan devletlerin durumu, %100'e varan nisbette birbirinden farklıdır. Kamu hukuku kitaplarında anlatılan ve öğretilen, insanların hak ve hürriyetlerine ait gelişmeler ve hatta biraz sonra kısaca bahsedeceğimiz 1215 tarihli İngiliz Magna Carta'sı ile Fransız 1789 tarihli inkılâbının bu açıdan arzettiği önem, sadece Osmanlı Devleti dışındaki ve daha doğrusu İslâm ülkeleri dışındaki devletler açısından doğrudur. Zira, biraz sonra belgeleriyle ortaya koyacağımız gibi, Osmanlı Devleti'nde, çağdaşı olan gayr-i müslim devletlerde ve özellikle Batı'da çok zor şartlar altında elde edilen insana ait hak ve hürriyetler, uygulamadaki suiistimaller ve yanlış uygulamalar dışında, başından beri Osmanlı Devleti'nde mevcuttur. Zira Osmanlı Devleti müslümandır ve İslâm âleminde, Hz. Peygamber devrinde yani miladî VII. asırda hazırlanan Medine Anayasası diyebileceğimiz Sahife adlı metin, ilk hak ve hürriyetler beyânnâmesi olarak vasıflandırabileceğimiz Veda‘ Hutbesi ve Kur‘an ile hadislerdeki insana ait hak ve hürriyetlerle alakalı beyânlar, günümüzdeki anlamıyla bir çok hak ve hürriyetleri tesbit ve tayin etmiştir.

Konuyu takdim ederken şu hakikatı da belirtmeden geçemeyeceğiz: Osmanlı Devleti'nde insana Allah'ın mahluku muhterem ve aziz bir varlık olarak bakılır. Yunus'un "Yaradılanı severiz Yaradan'dan ötürü" şeklindeki espirisi, özellikle yükselme devirlerinde çok açık bir şekilde Osmanlı Devleti'ne hâkim olan espiridir. İsterseniz insana ve onun haklarına saygıyı muvakkaten bir tarafa bırakarak, hayvanlara bile ne derece saygı gösterildiğini, bir belge ile sizlere takdim edip daha sonra insana ve hukuka saygı üzerinde duralım: Evvelâ hatırlatalım: Batı dünyasında hayvan hakları kavramı 19. asrın son çeyreğinde gündeme gelmişken ve Birleşmiş Milletler Hayvan Hakları Bildirisini 1948'de kabul etmişken, aynı esaslar ve hatta daha ilerideki bazı kâideler, Osmanlı Kanunnâmelerinde ilk dönemlerden beri yer almış bulunmaktadır. Misal olsun diye II. Bâyezid devrinde hazırlanan 1502 tarihli İstanbul Belediye Kanunnamesindeki şu hükmü beraber mütala‘a edelim:

"Ve ayağı yaramaz bârgiri işletmeyeler. Ve at ve katır ve eşek ayağını gözedeler ve semerin göreler. Ve ağır yük urmayalar; zira dilsüz canavardır. Her kangısında eksük bulunursa, sâhibine tamam etdüre. Etmeyeni ve eslemeyeni gereği gibi hakkından gele."

"Fil-cümle bu zikrolunanlardan gayrı her ne kim Allah u Te‘âla yaratmıştır, hepsinin hukukunu muhtesip görüp gözetse gerektir, şer‘î hükmi vardır." . Hayvanların ve hatta karıncanın hukukuna bile tecâvüzü yasaklayan bir inanca sahip olan bir devletin, suiistimallerin dışında insanların hak ve hürriyetlerine saygı göstermemesi mümkün değildir. Maalesef efkâr-ı âmmede tersi yayılmak istendiğine göre, belgelere dayanarak meselenin izah edilmesi icabetmektedir.

"Herşey zıddıyla bilinir" kâidesince, evvela Osmanlı Devletinin muâsırı olan bazı devletlerdeki durumu tetkik edelim:
* *


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://cilginturkler.eniyiforum.net
Teşekkür Et
*
ByKadir
Admin
Admin

ByKadir

*
Üyelik tarihi: 15/01/09
Mesajlar: 169
Nerden:
Rep Puanı: 1169

*

Osmanlı Devleti'nde İnsana ve Hukuka Saygı Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Devleti'nde İnsana ve Hukuka Saygı Osmanlı Devleti'nde İnsana ve Hukuka Saygı Icon_minitimePerş. Şub. 05, 2009 6:09 pm

* *
Osmanlı Devleti'nde İnsana ve Hukuka Saygı




II- OSMANLI DEVLETİNİN ÇAĞDAŞI OLAN BA‘ZI DEVLETLERDE İNSANA VE ONUN HAK VE HÜRRİYETLERİNE SAYGI

Konuyu, Osmanlı Devleti'nin muâsırı olan bütün devletler açısından ele almak mümkün değildir. Ancak ba‘zı önemli gelişmeleri, ana başlıkları özetleme tarzında ele almak istiyoruz.

1) Avrupa devletlerinde insana ve hukuka saygının yerleşebilmesi için 1848'deki sanayi inkılâbını ve hatta XX. asrı beklemek icabeder. Zira bazı önemli gelişmelere rağmen, insana ve hukuka saygı, bir türlü cemiyetin bütün bireylerine teşmîl edilememiştir. Genelde ele almak gerekirse, Avrupa'da tatbik edilen feodalite nizâmı gereği insanlar yarı köle statüsündedirler. Fief denilen toprak parçalarının sahipleri, aynı zamanda o toprak üzerinde yaşayan insanların da mâliki hükmündedir. Bu sebeple insanın hakkında değil, ancak kral veya senyörler tarafından ihsan edilen bazı imkânlardan bahsetmek icabetmektedir. Bu bakış açısını terkederseniz, Avrupa'daki insan hak ve hürriyetleri ile alakalı gelişmeleri tam değerlendiremezsiniz . Yani Avrupa'da insana ait hak ve hürriyetler, sanki kralın bir ihsanı ve bahşişidir. Osmanlı Devleti'nde hâkim olan inanca göre ise, paşa ile gedâ farkı gözetilmeksizin herkes Allah'ın mahluku olmak nokta-i nazarından eşittirler ve hak ve hürriyetleri yaratılışdan mevcuttur. Bu farklılığı bilmeyenler, maalesef Osmanlı Devleti'ndeki tımar nizamı ile Avrupa'daki feodal nizamı birbirine karıştırmaktadırlar. Bu genel izahdan sonra şimdi de bazı önemli gelişmeleri ve müşahhas misalleri görelim:

A) Hürriyetin beşiği olarak takdim edilen İngiltere'de 1215 tarihli Magna Carta Libertatum denilen yazılı belgeye kadar, insana ve onun hak ve hürriyetlerine saygıdan, asil aileler dışında bahsetmek manasızdır. Bu belge de, insan hak ve hürriyetlerini tesbit için değil, sadece iktidar ile halk, soylular ile din adamları arasındaki dengeyi kurmak için ilan edilmiştir. Biz, Kral VIII. Henri zamanı yani XVI asra kadar kadının İncil'e bile el süremeyecek kadar murdar bir yaratık kabul edildiği anlayışının varlığını, 1805 tarihine kadar belli sınıf kadınların yarım şilin karşılığında satılabildiğini ve kadına mülkiyet hakkının tanınmadığını misâl olarak zikredersek, insana ve onun hak ve hürriyetlerine olan saygının ne derece halka teşmil edilebildiği hakkında az da olsa bir fikir verebiliriz. Zikredilen misallere, XVI. yüzyılda kabul edilen "Haklar Bildirileri" ile sınırlı bir hak-hürriyet anlayışının İngiltere'de yayıldığını XVIII. asrın sonuna kadar vatandaşın siyasî haklarını kullanamadığını ve genel seçim sisteminin de XIX. yüzyılın yarısına doğru kabul edildiğini eklersek, insana ve hukuka saygının sınırları daha iyi anlaşılabilir .

B) Batı'nın insana ve onun hak ve hürriyetlerine saygı bakımından şampiyon ülke ilan edilen Fransa'da da durum, anlatıldığı gibi iç açıcı değildir. 1789 Büyük İhtilâli'nden evvel ülkede tam bir esâret ve derebeylik hâkimdir. Derebeyler, kendilerini, ellerinde zorla bulundurdukları toprağın ve üzerinde yaşayan insanların mâliki sayarlar. İnsanlara saygı da, hukuk da, derebeylerin iradesi ve arzusudur. 1789 İhtilâlini neticesinde ilan edilen İnsan Hakları Beyannâmesi de, bugünkü anlamda bir insan hakları bildirisi demek değildir. Hiç olmayan bir şeyi kısmen kabullenme mahiyeti taşıdığından, sadece Batı'daki insana ve haklarına saygı açısından önemlidir. İnsana ait hakların ilk defa yaratılıştan var olduğuna, bu bildiri ile inanılmaya başlanmıştır. 1789 tarihli Fransız İnsan Hakları Bildirisi, insanı kölelikten, zilletten ve sefâletten kurtulduğunu ilan etmişse de, bu şefkatini bütün insanlara teşmil edememiştir. O tarihlerde hazırlanan Fransız Medeni Kanunu, "çocuğu, akıl hastasını ve kadını mahcûr" saymakta ve kadına kendi mal varlığı üzerinde tasarruf hakkı tanımamaktadır. Kadının tasarruf hakkının, nihâyet 1908'de tanındığını belirtirsek, bu Beyannâmenin ve onu takip eden gelişmelerin, insana ve hukuka saygı açısından hudutlarını tahayyül edebiliriz .

C) İnsana saygı, insanın hak ve hürriyetlerine saygıdır demiştik. Bu hak ve hürriyetlerin en önemlilerinden biri de, din ve vicdan hürriyetidir. Bu hak ve hürriyeti çok güzel yansıtması açısından, Macaristan'daki durumu da gözler önüne sermek ve Avrupa'da benzeri hallerin çok yaşandığını ve 300 sene süren mezhep kavgalarının Avrupa'yı alt-üst ettiğini belirtmek istiyoruz. Yaşanan bir misal şudur:
Fâtih Sultan Mehmed, Rumeli’deki fetihlerini genişleterek Sırbistan sınırlarına geldiği zaman, iki ateş arasında kalan Sırplar, Macaristan ile Osmanlı Devleti'nden birisini tercih etmek mecburiyetinde kalmışlardır. O dönemde Sırplar Ortodoks, Macarlar ise Katolik idiler ve Romalılar ile Latinler arasında anlaşmazlık bulunduğu gibi, bunlar da birbirlerini hiç sevmezlerdi. Macaristan Kralı Jan Hunyad, Sırbistan'ı ele geçirmek istiyordu. Sırbistan Kralı George Brankoviç, kendisini Osmanlı Devleti'ne karşı isyan etmeye teşvik eden Macaristan Kralı nezdine bir heyet gönderir ve sorar: "Macarlar Türklere gâlip gelirse, Sırplıların mezhepleri olan Ortodoksluk hakkında ne gibi müsaadelerde bulunacaksınız?". Jan Hunyad'ın cevabı, insana ve onun hak ve hürriyetlerine olan saygılarının derecesini yansıtması açısından çok ilgi çekicidir: "Sırbistan'ın her tarafında Katolik kiliseleri tesis edeceğim. Ortodoks kiliselerini yıkacağım." Aynı soruyu sormak üzere bir heyeti de Fatih Sultan Mehmed'e göndermiş ve Fâtih'in verdiği cevap ise şöyle olmuştur: "Her caminin yanında bir kilise inşâ edilecek." Bu cevabı alan Sırbistan Kralı, Hıristiyan olan Macaristan'a değil, Müslüman olan Osmanlı Devleti'ne itaat etmiştir .

Netice olarak Avrupa'da insana ve onun hak ve hürriyetlerine olan saygıyı tam anlamıyla görebilmek için 1848 tarihli sanayi inkılabını ve hatta Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği İnsan Hak ve Hürriyetleri Beyannâmesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini beklemek gerekmektedir. Zira evli bir kadına kendi el emeği üzerinde tasarruf hakkı, ancak 13 Temmuz 1907'de verildiği nazara alınırsa ve bu hakka konulan kayıtların ancak 1938'lerden sonra kaldırıldığı düşünülürse, mesele daha iyi anlaşılır kanaatindeyim.

2) Amerika'da insana ve onun hak ve hürriyetlerine gösterilen saygının tarihi gelişimi, Avrupa'dakinden daha hızlı değildir. Ve hatta Amerika'da durum daha da vahimdir denilebilir. XVIII. yüzyılda yayınlanan Virginia Haklar Bildirisi ve benzeri beyannâmelerin kabulünden önce, bütün Amerikan halkı, beyazıyla ve siyahıyla, Avrupalı İngilizlerin ve onların işbirlikçisi diğer Avrupalı sömürgeci devletlerin kulu ve kölesi durumundadırlar. Bu tarihlerden 1970'lere kadarki gelişmelerin siyahları içine almadığını belirtirsek ve mezkûr tarihe kadar zencilerin adamdan dahi sayılmadığını ifade edersek, insana ve onun hak ve hürriyetlerine karşı Amerika'daki durumu, Kuzeyi ile ve Güneyi ile daha iyi özetlemiş oluruz .

3) Asya ve Afrika'da bulunan ve müslüman olmayan Osmanlı Devleti'nin muasırı devletlerde insana ve onun hak ve hürriyetlerine olan saygı, Avrupa ve Amerika'dan daha kötü bir vaziyettedir. Asırlarca İslâmın ve müslümanların tesirleriyle dahi değiştirilemiyen, Eski Hind Hukukuna göre, kadın hiç bir hak sahibi değildir. Budizmin mukaddes kitabı sayılan Veda'larda kadın kasırgadan, ölümden, zehirden ve yılandan daha kötü bir yaratık olarak tasvir edilmektedir. Kadına bakış açısı böyle olduğu gibi, erkekler de kendi aralarında belli sınıflara ayrılmışlardı ve bu sınıfların en büyüğünü köleler sınıfı teşkil ediyordu . Verilen bu misallerden insana saygının, toplumun bütün fertlerine teşmil edilemediğini hemen anlamak mümkündür. Ancak müslüman olan Asya ve Afrika ülkelerinde, bazı mahallî âdet ve anlayışlar tam olarak yıkılamamışsa da, yine de İslâmın tesiriyle diğerleriyle mukayese edilemeyecek kadar müsbet gelişmeler olmuştur. Afrika kıt‘asının ise, müslüman ülkeleri istisna edersek, bir köleler vatanı olduğunu ve XIX. yüzyılda köleliğin ve köle ticaretinin yasaklanmasına kadar, bu bölgelerde insana ve hukuka saygının asla yerleşemediğini esefle müşahede ediyoruz.

Osmanlı Devleti'nin muâsırı olan bütün devletlerdeki durumu özetlemek dahi bu makalemizin sınırlarını aşacağından, verilen misallerle iktifâ ederek, şimdi Osmanlı Devleti'ndeki durumu özetlemeye çalışalım.
* *


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://cilginturkler.eniyiforum.net
Teşekkür Et
*
ByKadir
Admin
Admin

ByKadir

*
Üyelik tarihi: 15/01/09
Mesajlar: 169
Nerden:
Rep Puanı: 1169

*

Osmanlı Devleti'nde İnsana ve Hukuka Saygı Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Devleti'nde İnsana ve Hukuka Saygı Osmanlı Devleti'nde İnsana ve Hukuka Saygı Icon_minitimePerş. Şub. 05, 2009 6:23 pm

* *
III- OSMANLI DEVLETİNDE İNSANA VE ONUN HAK VE HÜRRİYETLERİNE GÖSTERİLEN SAYGI

Önemle ifade edelim ki, bize öğretilenlerin ve başta müslüman ecdadımıza barbar diyen batılı ve peşin fikirli bir kısım araştırmacı ve tarihçilerin anlattıklarının tersine, Osmanlı Devleti'nde, uygulamadaki bazı yanlışlıkları ve suiistimalleri bir tarafa bırakırsak, insana ve onun hak ve hürriyetlerine saygının, diğer çağdaşı olan devletlerle mukayese edilemeyecek derecede mükemmel olduğunu isbat eden deliller, tahmin edilenin çok üstündedir. Osmanlı Devleti toprakları üzerindeki gayr-i müslimlere ait ma‘bedler, mektepler ve mülkler, binlerce sayfayı bulan eski mahkeme kararları yani şer‘iye sicilleri ve sayıları 120 milyonu bulan Osmanlı Arşivindeki belgeler, bu hakikatın canlı şahididirler. Bazı iddiaların tersine, 1839 tarihli Tanzimat Fermanı, 1856 tarihli Islahat Fermanı ve 1876 tarihli Kanun-ı Esasî, insana ait hak ve hürriyetleri ilk defa kabul etmemiş, belki eskiden beri var olan bu hak ve hürriyetleri sadece yazılı hale getirmiştir. Bu husus, çok önemlidir . Ayrıntıya girmeden şimdi meseleyi beraberce mütala‘a edelim:
* *


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://cilginturkler.eniyiforum.net
Teşekkür Et
*
ByKadir
Admin
Admin

ByKadir

*
Üyelik tarihi: 15/01/09
Mesajlar: 169
Nerden:
Rep Puanı: 1169

*

Osmanlı Devleti'nde İnsana ve Hukuka Saygı Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Devleti'nde İnsana ve Hukuka Saygı Osmanlı Devleti'nde İnsana ve Hukuka Saygı Icon_minitimePerş. Şub. 05, 2009 6:24 pm

* *
1- Osmanlı Devleti'nde İnsanı İnsan Yapan şahsî Hak ve Hürriyetlerin Korunması Ve Güvenlik İlkesi

İnsana saygı, onun hukukuna saygı ile mümkün olduğunu daha önce belirtmiştik. Onun hukukunun başında ise, insanın şahsî hak ve hürriyetleri gelmektedir. Modern hukuk devletlerinin anayasalarında temel hak ve hürriyetlerin başında gelen bu hak ve hürriyetlerine Osmanlı Devleti'nde nasıl bakıldığının izahı, diğer temel hak ve hürriyetler hakkında da bize fikir verecektir.

İnsanın maddî, manevî ve iktisadî varlığı üzerinde sahip olduğu haklara ve hürriyetlere "şahsî hak ve hürriyetler" diyoruz. İnsana ait bu hak ve hürriyetler, kişinin güvenliği ilkesi ile birlikte yürürler ve birbirini tamamlarlar. Batı'da şahsî hak ve hürriyetlerin gündeme gelmesi için, kişiyi haksız olarak tutuklamaya karşı koruma amacını güden XVIII. yüzyıla ait bildirileri beklemek gerekir. İnsan hayatının, sağlığının, vücudunun korunması; namus ve şerefinin muhafazası; özel hayatın gizliliklerinin gözetilmesi ve benzeri şahsî haklar, Batı hukuk sistemlerinde, ancak XIX. yüzyılda gündeme gelmeye başlamıştır. İlk defa konuyla ilgili hüküm ihtiva eden İsviçre Medeni Kanunu dahi, 1912 tarihlidir . Osmanlı Devleti'nde ise, Kur‘an'ın "Bir ma‘sumun hayatı ve kanı, bütün insanlık için dahi feda edilemez" düsturu ve Hz. Peygamber'in İslâmın ilk haklar ve hürriyetler bildirisi demek olan Veda‘ Hutbesi'nde ifade ettiği "Ey İnsanlar! Bu günleriniz nasıl mukaddes birgün, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ve üzerinde bulunduğunuz şu belde nasıl mukaddes bir belde ise, canlarınız, mallarınız ve namuslarınız da öyle mukaddesdir, dokunulmazdır ve her türlü tecavüzden korunmuştur" şeklindeki emirleri esas alınarak, insana ait hak ve hürriyetler tanzim olunmuştur. Bu hak ve hürriyetlerin nasıl tanzim edildiğini Kanunnâmelerin maddeleri ve fıkıh kitaplarındaki şer‘î hükümler arasında görmek mümkün olduğu gibi, eski mahkeme kararları demek olan şer‘iye sicillerinde de çokça görmek mümkündür. Burada uygulamaya ışık tutması açısından 1539 tarihli iki belgeden yani iki mahkeme kararından bahsetmek istiyoruz. Bu iki belge, iki önemli gerçeği gözlerimiz önüne sermektedir: Birincisi, bu tarihlerde Anadolu'nun ücrâ bir köşesi sayılan Anteb'de böbrek ameliyatının yapılabiliyor olmasıdır. İkincisi ise, günümüz hukuk sistemlerinde bile, tıbbî müdaheleler ve ameliyat için, hastanın yazılı bir basit muvâfakatnâmesi yeterli görülürken, o tarihlerde yani 1539'larda dahi böyle bir muvâfakatın mahkemece karar altına alınması şartının aranması ve bu durumun o dönemde bile insana ve insanın sahip olduğu şahsî haklara verilen önemi ve gösterilen saygıyı ısrarla vurgulamasıdır. Bu kararlardan birinde, Hacı Mehmed oğlu Satılmış'a, velâyeten muvâfakat vermekte ve doktor Nazar oğlu Budak da belli şartlarla ameliyatı kabul ettikten sonra, mahkeme bunu tasdik edip zabıt altına almaktadır. İnsanın ve şahsî haklarının ne derece önemli şeyler olarak kabul edildiğini ve her medenî mesele gibi, şahsî haklar ve insana saygı hususunda da Batı'yı fersah fersah geride bıraktığımızı, bu ve benzeri çok sayıdaki belgeler açıkça göstermektedir. Bu tür belgeler, "Kişi, bilmediğinin düşmanıdır" kâidesince, geçmişimize ve ecdadımıza olan düşmanlıkların cehâletten kaynaklandığını, gözler önüne sermektedir . Ehemmiyetine binâen bu belgeleri aynen alıyoruz .

Güvenlik ilkesi üzerinde de kısaca durmak istiyoruz. Mecelle'nin kabul ettiği bir esasa göre, "Berâat-i zimmet asıldır" , yani bir insanın suçluluğu isbat edilmedikçe, suçsuz kabul edilmesi genel bir hukuk prensibidir. Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan beri var olan ve Batılı Devletlerin ancak XVII. asırda kavramaya çalıştığı bu esası, Hz. Ömer şöyle açıklamaktadır: "İslâm'da hiç kimse haksız olarak tevkif edilemez. Bir mahkeme kararı olmadan kimsenin hürriyeti kısıtlanamaz" .Kur‘an'ın "Hiç bir suçlu, bir başka suçlunun cezasını çekemez" düsturunu benimseyen Osmanlı Devleti'nde, insanlar işledikleri suçlardan şahsî olarak sorumludurlar. Osmanlı Kanunnâmeleri, kadı ma‘rifetinsüz yani mahkemenin kararı olmadan hiç bir cezanın infaz edilemeyeceğini ve kimseden bir habbe ve bir akçe alınamayacağı, yüzlerce yerde, başından beri sağlam esaslara bağlamışlardır. İsterseniz bazı kanun hükümlerini aynen nakledelim:
"Ve dahi hapis yerlerinde kefil bulunur iken hapsetmeyeler, yazıp Dergâh-ı Alîye arzedeler. Meğer ki, şenâ‘at-i azîme ola. Ve dahi firar ihtimali olub kefil bulunmayıcak hapsedeler." .

"Mücrim olan kimesne teftiş olunmadın veyahud üzerine zâhir olan şenâyi‘ şer‘le ve örfle yerine varmadın sancakbeği ve subaşısı ve adamları nesne alub salıvermek memnû‘dur. Kendüler mahall-i töhmet ve adamları mücrim ve müstahakk-ı ikâb olur.

....amma mücrim ve müttehem olan kimesne mütemerrid ve mu‘annid olub da‘vet ile mahkemeye gelmekden imtinâ‘ eyleye, berây-ı ta‘zir cebr ile bilâ-ta‘zîb mahkemeye getürmek memnû‘ değildir." .
Zikredilen kanun hükümlerinin, asrımızın dahi yüz karası olan işkenceyi de şiddetle yasakladığını açıkça görüyoruz. Buna şu hadiseyi de ilâve ederek bu mevzuyu tamamlayalım: Rumelideki Hristiyan nüfusun çokluğunu gören ve bundan ürken Yavuz Sultan Selim'in bunları cebren müslüman etme tasavvuruna karşı, şeyhülİslâm Zenbilli Ali Efendi'nün "Madem ki, onlar ra‘iyyetliği kabul etmişler. Dinimiz gereği, onların can, mal ve ırzlarını kendi can, mal ve ırzlarımız gibi korumakla mükellefiz. Bu yolda onlara cebretmek, dinimize muhâlifdir" diyerek, hem gayr-ı müslimlerin dahi şahsî hak ve hürriyetlerine gösterdiğimiz hürmeti ve hem de meşru‘ sınırlar içinde kalmak şartıyla din ve vicdan hürriyetine gösterdiğimiz saygıyı çok açık bir şekilde ifade etmektedir .
* *


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://cilginturkler.eniyiforum.net
Teşekkür Et

Osmanlı Devleti'nde İnsana ve Hukuka Saygı

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ÇILGINTÜRKLER :: Türkiye ve Türk Olmak :: Türk Büyükleri -